13 Mart 2014 Perşembe

Kırım düğümü

Ukrayna’da AB yanlısı protestoların daha yeni başladığı dönemde Kiev’de eski Cumhurbaşkanı Viktor Yuşçenko’ya Avrupalıların neden Rusya’nın hamlelerinin bir adım gerisinden geldiğini sormuştum. “Metodolojiler, pedagojiler farklı” demişti turuncu devrimin lideri. “Avrupa Birliği Rusya’nın yöntemleriyle mücadele etmeye ve kendi politikalarını bu yöntemlerle popülerleştirmeye alışık değil.  İki ayrı medeniyet, iki ayrı dünya,  iki ayrı mekanizma söz konusu.  Moskova kaba,  küstah yöntemlerle politika yapıyor.  Demokratik Avrupa için ise bunlar kabul edilebilir de değil, karakteristik de değil.  Bunlar tamamen başka yaklaşımlar” diye de devam etmişti…

Putin’in tehdidi, Bush’un gülüşü…
Putin’in eski danışmanlarından, Amerikan Cato İnstitute  uzmanı Andrey İllarionov da benzer cümleler kurmuş bugün. Avrupa’nın son 75 yılda Putin gibi birisiyle karşılaşmadığını, Batının, Rusya’nın delilik düzeyindeki imparatorluk hırsını anlaması için birkaç sene geçmesi gerektiğini söylemiş. Ve Ukrayna konusunda bilinen, ancak zamanında çok fazla dikkat çekmeyen bir olayı hatırlatmış.
Olay Viktor Yuşçenko yönetimindeki Ukrayna’nın Avrupa Birliği ve NATO’ya entegrasyon yönünde adımlar attığı dönemde – 2008 senesinde NATO’nun Bükreş zirvesinde yaşanmış. Zirvenin tanıklarının anlattığına göre, Putin, toplantının kapalı kısmında Yuşçenko’nun NATO ile diyalog ve işbirliğinden bahsettiği konuşmaya oldukça agresif tepki vermiş.  “Ukrayna  devlet bile değil! Nedir Ukrayna? Arazisinin bir kısmı Doğu Avrupa’dır, büyük bir kısmı da bizim hediyemiz!” diyerek, Kiev’in NATO ve AB’ye entegrasyon yönünde adım atması durumunda o toprakların Ukrayna’dan geri alınacağının sinyalini vermiş.  Ancak kimse ciddiye almamış bu açıklamayı. İllarionov’un anlattığına bakılırsa, dönemin ABD Başkanı George Bush, Putin’in bu tehdidine gülüp geçmiş…
27 Şubat’a – Kırım’da Rus askerlerinin görüldüğü ilk güne kadar çoğu uzmanlar için Rusya’nın Ukrayna topraklarını işgal etmesi uzak bir olasılıktı. Çünkü “Ukrayna  Rusya’ya parçalanmış halde değil, bir bütün olarak lazımdı”… Aslında ilk bakışta mantık doğruydu, çünkü eski Sovyet mekanında Ukrayna’nın bir bütün olarak yer almadığı entegrasyon projeleri Rusya için başarılı sayılamaz. Eski Ukrayna Cumhurbaşkanı Yuşçenko’nun ifadesiyle, Kremlin çok sayıda dış politika projesi düşünebilir, ancak Ukrayna yer almadığı sürece o projeler defolu olacak.
Ancak Ukrayna’da Viktor Yanukoviç’in AB ile ortaklık anlaşmasını imzalamaktan son anda vazgeçmesiyle birlikte başlayan  protesto dalgası, Batı Ukrayna’nın direnişi, Batının sonradan içinde radikal unsurları da barındıran bu dalgaya koşulsuz desteği ve nihayet, Yanukoviç yönetiminin devrilmesi Rusya’nın istese de Ukrayna’yı bir bütün olarak kendi nüfuz dairesinde tutamayacağını gösterdi.  Ne ekonomik çöküşün eşiğine gelen Ukrayna’ya vaat edilen ve 3 milyar doları ödenen 15 milyar dolarlık kredi paketiyle doğal gaz indirimi, ne “Rusya yanlısı iktidar-Batı yanlısı muhalefet koalisyonu” formülü, ne de protestoları şiddet yoluyla bastırma tavsiyesi işe yaradı – Moskova, Kiev’i kaybetmenin eşiğinde olduğunu gördü. Bu durumda Rusya’nın elindeki son kozu kullanması –  kültürel-sosyolojik-siyasi-askeri etkisinin yüksek olduğu güney ve doğu Ukrayna’ya yönelik hamleler başlatması beklenen olasılıklardan biri ve birincisiydi.

Siyaset bilimine karşı KGB taktiği 
Putin aslında klasik KGB taktiği ile – basit oynayan, ancak basit oynayacağına kimsenin inanmaması nedeniyle kazanan bir lider. Kırım’ı da aynı taktikle işgal etti – kazandı. Siyaset bilimciler, uzmanlar, Batılı liderler kitaplarda yazan siyaset kurallarıyla mantık yürütürken Rusya Kırım yarımadasında ve Ukrayna’nın doğu vilayetlerinde Yuşçenko’nun ifade ettiği gibi, kaba ilhak politikasını uygulamaya koydu ve tek kurşun sıkmadan işgali gerçekleştirdi.
Önce Kırım parlamentosunun başkanı “Kiev sorunlarını çözemezse, Kırım Özerk Cumhuriyetinin bağımsızlığı gündeme gelebilir” diye açıklama yaptı. Ardından Kırım yarımadasında bulunan ve Ukrayna merkeze bağlı olan Sivastopol kentinde Ukrayna bayrağının yerine Rusya bayrağı çekildi. Bunu Kırım parlamentosunun bölgenin statüsü konulu olağanüstü toplantı çağrısı izledi. Sayısı 10 bini aşan Kırım Tatarlarının yaptığı protesto sonucu toplantı iptal edildi, Kırım’ın statüsünün görüşülmeyeceği açıklandı.
Ancak ertesi gün – 27 Şubat’ta Kırım’da parlamento ve başbakanlık binalarında Rusya bayrağı dalgalanmaya başladı. Parlamento ve başbakanlık binalarının işgal edildiği açıklandı, ancak kısa süre sonra bu “işgal”in gerçek işgal planının bir parçası olduğu ortaya çıktı. “İşgal” edilen parlamento binasına toplanan Rusya yanlısı milletvekilleri Kırım’ın statüsünün görüşülmesine karşı çıkan Başbakan Anatoli Mogilev’i görevden aldı, bölgenin statüsü ile ilgili referandum kararı aldı.
Sayısı bin civarında olan “Rus Bloğu” ve “Rus Birliği”  Rusya yanlıları parlamento önünde kutlamalara başlarken ne zaman oluşturulduğu belli olmayan “kendini koruma güçleri” Kırım sokaklarında boy göstermeye başladı. Bir gün sonrasında ise Kırım sokaklarında her hangi bayrak, işaret taşımayan, “Rus askeri olmayan” Rus askerleri vardı. Başbakanlık, parlamento çevresinde, havalimanında Kalaşnikov’larla, roketatarlarla, makineli tüfeklerle gövde gösterisi yaptılar,  Ukrayna’ya ait askeri birlikleri kuşattılar.
Önce işgal, sonra kılıf
Uluslararası toplum “Kırım’da işgale karşıyız” diye beyanlarda bulunurken aslında Kırım’da işgal artık tamamlanmıştı. Geriye “hukuki kılıf” kalıyordu. Bölgede Rus askerinin sayısı arttıkça ve Kırım’ın Rus olmayan nüfusuyla Ukrayna askerleri her türlü provokasyondan uzak durmaya çalıştıkça, Rusya yanlısı yönetim bu kılıfı uydurmak için  “çılgın” kararlar almayı sürdürdü. Önce 25 Mayıs’ta referandum yapılacağı ve referandumun gündemindeki konusunun Ukrayna içerisinde Kırım Özerk Cumhuriyetinin yetkilerinin genişletilmesi olacağı yönünde karar alındı. Putin’in Rus ordusunu Ukrayna topraklarında kullanmak için Federasyon Konseyinden izin istemesinin ve Federasyon Konseyinin de hızlı bir şekilde bu izni vermezinin ardından Kırım yönetimi de “hızlandı”. 25 Mayıs’ın geç olduğu gerekçe gösterilerek referandumun 30 Mart’ta yapılmasına ve Kırım’ın Ukrayna’ya bağlı kalıp-kalmaması konusunun oylanmasına karar verildiği açıklandı.

4 Mart’ta Kırım’ın Rusya yanlısı Başbakanı Sergey Aksyonov, referandum tarihinin daha da öne alınabileceğini söyledi, ancak parlamento başkanı Konstantinov, bunun organizasyon açısından imkansız olduğunu bildirdi. 6 Mart’ta ise Aksyonov’un “tahmini” gerçekleşti – referandumun 16 Mart’ta yapılmasına karar verildi ve halka sorulacak sorunun da değiştirildiği ilan edildi. Pusulada Kırımlılara iki seçenek sunulacağı açıklandı – Rusya’ya bağlanmak veya Ukrayna sınırları içerisinde 1992 Anayasasına dönmek… Yani 1992 senesinde yine Rusya’nın baskılarıyla “Rus halkını koruma” gerekçesiyle kabul edilen ve 1994’te Ukrayna hükümeti tarafından değiştirilen, 1996’da da tamamen  yürürlükten kaldırılan Kırım Anayasasına.
Pusuladaki ikinci seçenek 
Rusça’nın resmi dil statüsü almasını, Kırım’ın kendi cumhurbaşkanını seçmesini, Ukrayna’ya sadece anlaşmalarla bağlı olmasını, istediği ülkeyle bağımsız ilişki kurabilmesini öngören 1992 Anayasası Kırım’ın, hukuken olmasa dahi, fiilen Rusya’ya bağlanması anlamına geliyor. Yani 16 Mart referandumunda sunulan seçenek de aslında “ya Rusya, ya Rusya”. Ancak hukuken Ukrayna’ya sembolik de olsa bir bağlılık içerdiği için Rusya, pazarlık kozu olarak ikinci seçeneği de pusulada – aslında küresek pazarlık masasında – tutuyor. Aslında ilk bakışta Kırım Parlamentosunun 11 Mart’ta kabul ettiği bağımsızlık deklarasyonundan sonra referandum pusulasındaki ikinci seçeneğin geçerliliğini kaybettiğini söylemek mümkün. Ancak Moskova, son güne – 16 Mart’a kadar bu seçeneği masada tutacak.
Bağımsızlık deklarasyonuna rağmen Putin’in Kırım Tatarlarının lideri Mustafa Abdülcemil Kırımoğlu ile telefon konuşmasında kurduğu “Son kararımızı 16 Mart referandumunun sonucuna göre vereceğiz” cümlesi de bunun kanıtı. Elbette, Putin’in kastettiği “sonuç” halk iradesi değil.  Her kes tüm hukuk kurallarına aykırı şekilde gerçekleştirilen referandumdan halk iradesinin değil, Rusya’nın istediği sonucun çıkacağını biliyor. Şu anki manzara Rusya’nın istediği sonucun birinci seçenek olduğunu gösteriyor. Ancak devam eden pazarlıkların sonucuna göre, farklı manzara ile karşılaşma olasılığı da mevcut. Bu bağlamda Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov’u ABD Dışişleri Bakanı John Kerry ile  14 Mart’ta Londra’da gerçekleştireceği görüşme çok kritik. Bu görüşmede ve kapalı kapılar ardında sürdürülen diğer temaslarda Ukrayna’nın geleceği üzerinde bir anlaşma sağlanırsa, 16 Mart referandumundan “Ukrayna’ya anlaşmalarla bağlı, 1992 Anayasasına dönen Kırım” sonucu çıkabilir.
Bağımsızlık deklarasyonu Putin’in yeni kozu 
11 Mart’ta kabul edilen bağımsızlık deklarasyonunda yer alan “16 Mart referandumunda Kırım halkının, Kırım Özerk Cumhuriyeti ve Sivastopol’ün Rusya’ya bağlanma kararı vermesi durumunda” ibaresinin yer alması da bu seçeneğin henüz masadan kalkmadığının kanıtı. Bağımsızlık deklarasyonu, Putin’in ne kadar ciddi olduğunu göstermek için masaya sürülen son kozlardan birisi.
Moskova, Batı’yı Ukrayna konusunda tavizlere zorlamak için ikinci seçeneği masada tutuyor, ancak birinci seçenekle ilgili hazırlıklarını da güçlendiriyor.
Ukrayna yasalarına göre Kırım, özerk cumhuriyet olarak kendi kaderini belirleme referandumu düzenleyemez. Rusya kanunlarına göre de her  hangi bir bölge, ait olduğu ülkenin onayı olmadan Rusya’ya birleşemez. Yani Kırım’ın, özerk cumhuriyet olarak Ukrayna’nın onayı olmadan Rusya’ya birleşmesi mümkün değil. Bunun için ya Rusya’nın mevzuatını değişmesi, ya da Kırım’ın bağımsız olması gerekiyor. Aslında Rusya, mevzuat değişikliği için de hazırlığını yapmış. Adil Rusya Partisinin sunduğu, yeni bölgelerin, ait oldukları devletin onayı olmadan da  Rusya’ya birleştirilmesini öngören tasarı parlamentonun gündeminde. Daha önce bu tasarının Kırım’daki referandum düzenlenmeden onaylanacağı bildirilmiş, ancak sonra görüşmenin 21 Mart’ta  yapılacağı bildirilmişti. Ancak Kırım’daki “oldu-bitti” politikasıyla masadaki karşı tarafa kendi şartlarını kabul ettirmeye çalışan Moskova, 21 Mart’ı beklemeye gerek görmedi.
Putin, Kırım’daki bağımsızlık deklarasyonuyla Batıya “Şartlarımı kabul etmezseniz, hem referanduma meşruiyet kazandırırım, hem her hangi mevzuat değişikliği yapmadan bir an önce Kırım’ı kendime bağlarım” mesajı verdi. Ve çok ilginçtir, Kırım’ın bağımsızlık deklarasyonunda BM nezdindeki uluslar arası mahkemenin Kosova kararına atıfta bulunuldu. Aynı konu, aynı durum olmamasına ve Moskova’nın kendi politikasıyla (Rusya Kosova’yı tanımıyor) çelişmesine rağmen…

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Bu Blogda Ara